"Kuran-ı Kerim' in sırrı Fatiha' da, Fatiha'nın sırrı "B"esmele de, "B"esmele' nin sırrı da başında ki "B" harfindedir." Hz. Ali (k.v.)

B sırrı

B Sırıyla Kuran-ı Kerim bilinmeyen kelimeler

Ctrl+F tuşlarına basarak aradığınız kelimeyi bulabilirsiniz.

A
acibhayret veren. şaşılacak şey.
abid(abîd)1. ibadet eden. zâhid. çok ibadet eden. * köle. 2.kullar. köleler. 3. f. kıvılcım. 4. yakiyn gelene kadar gerekli çalışmaları yapanlar
afüvvaffeden, merhametli.
ahfaçok gizli, pek gizli.
ahsenen güzel. çok güzel.
aliymsende!(b izin allah) bilen odur(allah)
allahhakikat; vahdet
allah'a lıkayıallah'ın varlığında açığa çıkışını yaşamayı
arz(erz) yeryüzü, toprak, zemin, dünya. * aşağı ve alçak. * memleket, ülke. * küre. * iklim. * davarın ayağının altı.
ashab-ı hicrhicr, 80.ayette geçen semud kavmi olan ashab-ı hicr'in yaşadıkları yurdun adına veya kelimenin çıkış yerindeki "engel olmak, sınırlamak" anlamlarına nisbetle ibret için bir isimlendirmedir.
a'taverme. bağışlama. bahşiş. lütuf. ihsan.
atfıbeyanmâkablini yâni mâtufun aleyhin mefhumunu izah ve te'kid için atfolunan tâbir. meselâ: "meseleyi izâh ve teşrih eyledi" cümlesindeki "ve" gibi.
atvarayıp, kusur, eksiklik. fesad.
ayetkurân'da; apaçık alamet, delil, mucize, ibret, sıfat… anlamlarında kullanılmış, benzerini söylemekten veya gerçekleştirmekten beşer gücü aciz olduğu için... daha ziyade kozmolojik-külli realiteleri ifade etmektedir... dolayısıyla kitab/kurân-ı kerim mucizelerle (ayetlerle?) ve evrensel sırlarla dolu gerçek bir mucizedir..
B
bakıyyekitab ehli, kemalat
basdiriltmek
basiyryarattıklarının her halini değerlendiren.
beyyineapaçık delil, Nur gibi apaçık delil; Ayna?
bid'at(bid'a) sonradan çıkarılan âdetler. * fık: dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler.
bil-kıstuluhiyyet hükümlerine göre olan adaleti; her boyutun hakkını veren, sünnetullah'a göre, b sırrınca, sünnetullah
birr(hakiki iyilik, gerçek tevhid)
buğzsevmeme. birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. kin, husûmet.
buhtf. veled, oğul, mahdum.
C
cizyevergi. haraç. müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.
D
dişi devemübarek nefs
E
ebrar(berr. c.) özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. sâdıklar. iyiler.
ecr(c.: ücur) bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey. * ahirete aid mükâfat, hayır ceza. * ücret, mukabil, karşılık. sevab. * tıb: kırılan bir uzvun sarılması.
ehvendaha aşağı. daha ucuz. bayağı. adi. * zararı az olan. en zararsız.
ekserpek fazla. daha çok. kesrette olan. en çok.
elim(elime) acı veren, acıtan, ağrıtan. çok şiddetli ağrı veren.
ezaticarette kaybetme, zarar etme. * kibir ve gururunu bıraktırma. * sıkıntı, eziyet, zulüm, cevr, sitem, renc, incinmek. insanın kerih görüp mahzun olduğu şey. * hayır ve sadaka yoluyla mal vermede gururlanmak. tetavül etmek.
F
fariğ(farig)İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş. * Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.
fâsık(fısk. dan) günahkâr. hak yolundan hâriç olan. allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.(
fasık(fısk. dan) günahkâr. hak yolundan hâriç olan. allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse
faslFâsıllara ayıran. Kısım kısım eden.
fatırilk icad eden
fevcDalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım. * Koşmak. Sür'at etmek. * İyi kokunun dağılıp yayılması.
G
gadabgazab
gılman(gulâm. c.) bıyığı yeni bitmiş gençler. * cennet'te hizmet gören delikanlılar. * köleler, esirler.
Ğ
ğafursuçluları bile küçük düşürmek istemeyen, örtücü
H
habisşaki
habiyrşey'in varlığıyla kendinden haberdar olan
halilsamimi dost. sâdık dost. * nahif ve fakir kimse. (l.r.)
hamiydhamd kendine ait olan.sena, övgü Allah'a aittir!...
Hanifİslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı. * İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse. * Eğri. * Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
haseneiyilik. güzellik. hayırlı amel. allah rızasına çok uygun iş. * eski altun paralardan biri.
hasiybhesab eden, hesab edici.
havlgüç. kuvvet. * muhit, etraf. * yıl, sene. * tahavvül, inkılâb. * geçmek. * bir hâlden bir hâle dönmek. * rücu etmek. * sıçramak. * hile.
hazerçekinme. zarar verebilecek şeyden kaçınma. korunma; vahşi hayvanların yediği et.; gözün dar ve küçük olması. * kabile. * cemaat.
hıfzsaklama. koruma. siyanet. muhafaza. * ezber etmek. hatırda tutmak. kur'an'ı ezberde tutmak.
hicabperde. örtü. hâil. * utanma. kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * men'etmek. * allah ile kul arasındaki perde. * setretmek. gizlemek.
hulfahdinde durmamak. ahdini bozmak. sözde durmamak. * nakz.
huneyn günühicretin sekizinci senesinde şirkten kurtulmamış bazı arap kabileleri mekkeyi geri almak maksadıyla hücum ettikleri zaman burada müslüman askerlere karşı gelerek başlangıçta galip gibi görünmüşlerse de daha sonra galebe ve zafer, islâm askerlerine nasib olmuştur. bu muhârebede sahabe-i kiramdan birçok zatlar şehid olmuşlardır.
huşualçak gönüllülük. hayâ etmek ve mütevazi olmak. korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. sükun ve tezellül.
hüccetsenet. vesika. delil. bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * şâhid.
I
ıhsaırak etmek, uzaklaştırmak.
ıkabımazap, mihnet.
İ
ibtalbattal etmek. çürütmek. hükümsüz bırakmak.
ictinabçekinmek. sakınmak. uzak olmak.
ifkbühtan. bir suçu birisine yüklemek. iftira.
ifsadbozmak. azdırmak. fesada uğratmak. fitne salmak. karıştırmak.
ihataetrafından çevirmek, kuşatmak, içine almak. kuşatılmak, sarılmak. * geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
ikmaltamamlamak. bitirmek. mükemmelleştirmek.
ilka'koymak, bırakmak. terk etmek. öne atmak.
imtinaferagat edip geri durma. * muvafakat etmeme. çekinme. istememe. yapmama. * imkânsızlık, mümkün olmayış.
in'amnimet vermek. ihsan etmek. * doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * iyilik etmek, bahşiş vermek.
infaknafaka verme. besleme. geçindirme. * harcayıp tüketme. * fakir olma.
inzal(nüzul. dan) indirme. indirilme. nüzul ettirme. * tenasül âletinden meninin çıkması. ** (konuklayanların)
israyürütmek, göndermek. * gece seferi yapmak. * irsâl etmek.
istihza(istihdâ') alçak gönüllülük göstermek, kendisini aşağı tutmak.
istivamüsavi oluş. temasül. * i'tidal, istikamet ve karar. * kemalin sâbit olması. * kaba kuşluk zamanı. * yükselmek, yüksek olmak. üstün olmak. * istila eylemek.
itab1. Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak. 2. Yormak. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek. 3. Şikâyeti kendisinden def' ile razı ve hoşnud etmek. Hoşlandırmak. * Hışım etmek.
itmi'nanemniyet içinde olmak. inanmak. mutlak olarak bilmek. kararlılık.
ittikasakınmak. çekinmek. günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. takvâ ile amel etmek. (bak: amel-i salih)
izharaçığa vurma. meydana çıkarma. * göstermek. zâhir ve âşikâre ettirmek. * yalandan gösteriş. * tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. bu sıfatın harfleri huruf-ı halk denilen harflerdir.
izzetbir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. ziyâdelik ve üstünlük. * değer, kıymet. kuvvet. muhterem ve mu'teber olmak. * bulunmaz derecede az olan şey.
K
kadiyrbir işi yapmaya gücü yeten. kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (allah c.c.)
karyeşehirde; ruh boyutu
kasemyemin. ahdetme.
kaviytüm kuvvelerin oluşmasını sağlayan tek kuvvet sahibi.
kayyumbaşlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan allah (c.c.).
kaviyysonsuz derece güç ve kuvvet sahibi. hiçbir güç ve kudret onun kuvvetinin önüne geçemez.
keffaret(masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. * günahtan arınma.
kerihiğrenç, tiksindirici. * muharebe ve cenkte olan şiddet. * pis, çirkin, fena şey. * nefse kerahetlik vercek kabahat.
kesbkazanç. çalışmak. sa'y ve amel ile kazanmak. elde etmek. edinmek. kazanç yolu. * fık: bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
kevnioluşa ait ve müteallik. kâinat ilmine dair. varlıkla alâkalı.
kıtalmuharebe. kavga. öldüresiye yapılan karşılıklı harp.
kitab-ı mubiyninsan; eşyanın vücudu...?
kuraninsan
kuudcülus. oturmak. * namazın oturarak kılınan kısmı. secdede iken kalkıp oturmak.
L
ledünindin(den), tarafın(dan)
levmçekiştirmek. birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. zemmetmek. paylamak. başa kakmak.
libasgiyilecek şey. elbise. * karı ve koca. * mc: ictima'. * şübhe kabul eden söz.
M
madayardım, o'nun gayrı olarak
ma'dudhesabedilen. sayılan. addedilen. * muayyen. belli.
mağfiretcenab-ı hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
mağribgüneşin battığı taraflar. garb tarafları.
mağrib(Magrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
maişet(ayş. dan) yaşayış. yaşama. ömür. * yaşamaya lüzumlu bulunan maddeler.
maliksâhib. malı elinde bulunduran. bir şeyin mülkiyetini elinde tutan. * her şeyin sâhibi olan allah. * cehennem zebânilerine hâkim ve onları idare eden meleğin adı.
ma'rufbilinen, tanınmış. belli, meşhur. * şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (bak: emr-i bi-l ma'ruf)
maslahatiş, mes'ele. * sulh yolu. * fayda, maksad, keyfiyet. (zıddı; mefsedettir)
maşrık(meşrık)Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.
mazharSahib olma, nâil olma. Şereflenme. * Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
mehireski arap kültüründe erkek tarafının ellilik (düğün ve ev masrafları, eşe hediye yada para) için temin etmesi istenilen para. belirli bir miktarı yoktur.
mekarim-i ahlakHz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.
merktuzak!
mescidkalb
meciydşanı, namı yüce olan.
meselibret verici durumu
meskenetmiskinlik. tembellik. uyuşukluk. bitkinlik. beceriksizlik. fakirlik. yoksulluk.
meskuniçinde oturanları olan yer. insan bulunan şenlenmiş yer.
meşarıkgüneşin doğduğu taraflar. şark tarafları.
meşhudşahid olunan, kendisinde hiç bir şeyin gizli kalmadığı
me'şiyyet(meşiet) dilemek. irade. arzu. matlub. murad. istek.
meşveretdanışma. konuşup anlaşma. fikir edinmek için konuşup görüşme. görüşme meclisi. (bak: istişâre)
mev'ızemev'ize. öğüt. nasihat. * bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.
mevtölmek
meyyit(mevt. den) ölü. cansız. ölmüş.
minvalhareket tarzı, davranış. usul, yol. * fayda. * uslub, tarz. * bez dokuyan cüllah.
miskBir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.)
mizanterazi, ölçü, tartı. * akıl, idrak, muhakeme. mikyas. * fık: mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. * mat: yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. sağlama.
muahezeazarlama. çıkışma. darılma. alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. tenkid.
muhkemsağlam.bozulmaz. metin. sıkı sıkıya. kuvvetli. tahkim edilmiş. sağlamlaştırılmış. * fık: tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. ihtimalli olmayan söz.
muhiytihata eden. etrafını kuşatan, çeviren. * etraf. çevre. * büyük deniz. okyanus. * mc: büyük âlim
muhsinihsan eden, iyilik eden. kerim. cömert. * allah'ı görür gibi o'na ibadet eden.
muhtediyndoğru ve gerçek olanı bulmuş, hidayete elverişli
mukaddim(kıdem. den) takdim eden. sunan. öne, ileriye geçiren. öne koyan. * cür'etli çeri kimse. * gözün pınarı, ("mukdim-ül ayn" da derler.)
mukarrebunbüyük meleklerden bir zümre. * takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, cenab-ı hakk'ın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar. * yakınlaşmış olanlar.
mukatele(a, uzun okunur) birbirini vurmak, öldürmek. vuruşmak, kavga, döğüş.
muksitilahi akılla hükmedenler
muktedirgüçlü, kuvvetli, becerikli. işe gücü yeten. iktidarlı.
musahharteshir edilmiş. ele geçirilmiş. fethedilmiş. * istenilen hâle konulmuş. * birine bağlanmış.
muttalihaberli. bilgisi olan. bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. vâkıf. derk eden.
muvahhidAllah'ın birliğine inanan. Tevhid eden. * Birleştirici olan.
muzdar(zaruret. den) çaresiz kalmış, zorlanmış.
mücrimcürüm ve kabahat işlemiş olan. suçlu.
müfsitifsad eden, fenalaştıran. bozan. * başlanmış ibadeti bozan. * nifak koyan, fesad ilka eden
müsavibirbirine denk olmak, aynı seviyede olmak. denk, aynı derecede.
münadinidâ eden, seslenen, çağıran. müezzin.
münkerdiyn'in, aklın, insan fıtratının reddettiği şeyler; iman bilincine yakışmayan düşünceler; şirk
müsemmaisimlendirilen, ad verilmiş olan, bir ismi olan. * muayyen zaman. belirli vakit.
mesrurSevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
müstağni(Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
müstakarrzuhur mahalli olan beden halini
müstekbir(kibir. den) kibirlenen, kendini büyük gören, büyüklenen.
müstevdaemaneten kalma yeri, fena'dan sonraki durumu
müteşabihbenzeyen, mecazi, teşbihi, temsili, zahiri kasdedilmeyen, demektir
müyesser(Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib
N
nadimnedamet etmiş, pişman.
naimbolluk ve bahtiyarlık içinde yaşayış. nizam-ü hal ve mal. * cennet'in sekiz kısmından dördüncü tabakası.
na'lnal. ayağa giyilen tahta ayakkabı veya hayvanların ayağına çakılan demir. * oturulacak yerlerin en aşağısı.
narkayıtlılık
nasarahristiyan
nasıyryardımcı, zafere ulaştırıcı
necvagizli fısıltı. iki kişi arasında fısıldamak. * ağız koklamak. * iki kişi arasındaki sır.
nehy(nehiy)yasak etmek. menetmek. * gr: emrin menfi şekli.
nesebsülâle, hısımlık, karabet, soy. baba soyu, atalar zinciri. * vuslat.
neşrneşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak. * başıboş cemaat. * bulutlu günde yel esmek. * izhar etmek. * katetmek. * mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.
nevf. yeni, tâze, cedid. son zamanda çıkmış.
nezğfit, dürtme, impals
nezr1.Adak adamak. * Fık: Cenab-ı Hakka ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır. 2. Suâlde ısrar etmek. * Az miktar, azlık.
nidaseslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak. ses vermek. * gr: ünlem (!)
nizaçekişme, kavga.
nusret(nusrat) yardım. cenab-ı hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
nümunef. örnek, misâl, misal olarak gösterilen. düstur ve misâl olacak şey.
nüzüliniş
R
rakıybkontrolünde tutan
rasûldiyn
raufçok acıyan, esirgeyen, merhamet sâhibi. * esmâ-i ilâhiyedendir.
recmtaşlanmış, taşa tutulmuş. * lânetlenmiş, mel'un.
refkaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * lağvetme, hükümsüz bırakma. * gr: arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak.
rehbaniyyetrâhiblik. papazlık.
rical(recül. c.) erkekler, er kişiler. * mevki sahibi kimseler(nebi, resül), devlet adamları. * yaya olanlar.
riczpislik, vehim, azap
rıdvanmemnunluk, razılık, hoşnudluk. * cennet'in kapıcısı olan büyük melek
rücu'geri dönme, vazgeçme, cayma. sözünden dönme. * edb: bir fikri daha kuvvetli anlatmak için söylenilen sözden caymış gibi görünmek.
rüsva(y)(rüsvay) f. rezil, kepaze, maskara, ayıpları meydana çıkarılmış.
rü'yetgörmek, bakmak. idare etmek. göz ile veya kalb gözü ile görmek. * akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek. * araştırmak.
S
sa1040 dirhemlik hububat ölçeği. kile.
sadr1.sudur eden, çıkan, meydana gelen. 2.her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. * kalb, göğüs, ön. * meclisin önü ve en muteber yeri. reisin oturduğu yer. * rücu. * bir aruz kalıbı. * baş, reis, başkan. * oturulacak yerlerin en iyisi.
sadırsudur eden, çıkan, meydana gelen.
SahhaKulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık.
samiriyhz. musa peygamber zamanında yahudileri şirke sevk eden. hz. musa'nın (a.s.) bulunmadığı yerde kavmini yaptığı buzağı heykeline taptırmağa çalışan bir yahudi.
sa'yçalışma, nübüvet gerekleri
sebatyerinden oynamamak, dayanmak. kararlı olmak. * sözde durmak, ahde vefâ etmek. iman ve islâmiyete hizmette, allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak. * bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
sefihZevk ve eğlenceye düşkün. Sefahete düşmüş. Malını düşünmeden harcayan.
sefinegemi. * çeşitli mevzulara dair kitap. * göğün güney yarım küresinde bir burç adı.
semisende!(b izin allah) işiten odur(allah)
seri'-ül'ıkabcezası sür'atli
seri'ül hisabhesabı anında görür
siretbir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * insanın tutmuş olduğu mânevi yol.
suvarhayvanları sulamak!??
sultabaskı, otorite.
sübutsâbit, berkarar ve pâyidar olup durmak. oynak ve müteharrik olmamak. kat'i olarak meydana çıkmak. sâbit oluş.
Ş
şediydsert, sıkı, şiddetli. * musibet, belâ. * tecvidde: rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
şediyd'ül ıkabazabı şidetli
şecer(e)ağaç. kütük. * sülâle. bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel.
şekurdeğerini bilene fazlasıyla karşılık veren
şeytanvehim
T
taamYemek. Yenilen şey.
taammud(taammüd) (amd. den) bilerek ve isteyerek suç işlemek. kasıt ve niyet etme, bilerek ve isteyerek bir iş yapma.
taassubları(Asab. dan) Bir şeye veya bir kimseye taraflı olma. * Din bakımından fazla salâbetli olma. * Kendi dinini çok üstün görmek. * Haksız yere husumet etmek. * Bir düşünüşe, bir inanışa körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmemek hâli.
ta'dadsayı saymak. sayıp dökmek. birer birer söylemek. sıralamak.
tafsiletraflı olarak bildirmek. * açıklamak, şerh ve beyan etmek. izah etmek.
tahvil(c.: takvilât) iftira. yalan söyleşmek. * haber vermek.
takarruş(takarrüş) Kesbetmek, almak, kazanmak.
takvabütün günahlardan kendini korumak. dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.
tasadduksadaka vermek. allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek. * sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak.(ilmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (hadis meâli)
tav'akendi arzunuzla
tayyibsaid
tebdildeğiştirmek. tağyir etmek. bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
tebeyyünbelli olmak. sabit olmak. görünüp anlaşılmak.
tecezziparçalara ayrılma ve bölünme. ufalanma.
tedebbürbir şeyin sonunu düşünmek, tefekkür etmek. müdebbir olmak, tedbirli olmak. * arkasını dönmek.
tefrikanifak. ayrılık. bozuşma. * bir gazete veya dergide parça parça, bir önceki yazının devamı olarak çıkan uzun yazı. * fırka fırka olmak.
teheccüdgece uyanıp namaz kılmak. gece namazı. (bu namaz, nâfile namazların en çok sevablısıdır.)
te'hirgeciktirme. sonraya bırakma.
tekzibyalanlamak. bir işe inanmayıp inkâr etmek. yalan olduğunu söylemek.
temessülbenzeşmek. cisimlenmek. * bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. bir şekil ve surete girmek. * bir kıssa veya atasözü söylemek.
temyizbir şeyi diğerinden seçip tarif etmek, ayırmak. seçmek. iyiyi kötüden ayırmak. * yargıtay. * gr: belirsiz olan kelime ve sayıları belirli hale koymak. meselâ: "işrune dirhemen" (yirmi dirhem) ve "retle zeyten" (bir retl zeytin yağı) tâbirlerinde "dirhemen" ve "zeyten" gibi.
Tesniym(tesnim)Hörgüçleyerek yukarı yükseltmek, terfi etmek mânasına masdar olup, yükseklik mânasıyla Cennet çeşmelerinden bir çeşmenin ismidir. İbn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre Cennet meşrubatının en yükseğidir. (E.T.)
te'viltef'il veznindendir) bir nesneye redd ve irca' etmek. döndürmek.
tevzi'dağıtmak. herkesin hisselerini ayırıp vermek. pay ederek dağıtmak.
tezkirehatırlatma. * vazifeyi veya cenab-ı hakk'ın emirlerini hatırlatma. vaaz ve nasihat etme. tenbih ve ikaz etme. * gr: bir kelimeyi müzekker kılmak.
tezekkürunuttuktan sonra hatıra getirmek. zikretmek. * bir şeyi ders gibi tekrar ile ezbere almak. * birkaç kişi toplanıp iş üzerine görüşmek.
tezkiyedoğruluğuna şehadet etmek. * zekât vermek. * zekât almak. * pak ve temiz etmek. * övmek, medhetmek. * birisinin durumu hakkında soruşturmak.
tilavetokumak. takib etmek, arkasına düşmek.
tuğyan(tugvan)haddinden tecavüz etmek, haddini aşmak.
U
urucmiraç
uzletyalnızlık. insanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak.
Ü
ülfetAlışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.
ünsiyetAlışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.
V
vaktakif. ne vakit ki, o zaman ki, olduğu vakit.
vehhabçok fazla ihsan eden. çok bağışlayan.
velayet(el-veli isminin zuhuru), her şeyi tedbir ile idare eden.
veliher şeyi tedbir ile idare eden.
veliyy(c: evliyâ) yakın. * amcazâde, emmi oğlu. * yar, dost.
veyl1.ek, ilâve, bir şeyin altı, devamı. * etek. 2. ayırma. tefrik. 3.vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran. * cehennem'de bir çukur ismi veya cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir. * vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.
Z
zammbir şeye bir şeyi ekleme. artırma. katma. fazla olarak verme. * kenarlarını bitiştirme. *gr: bir harfin zammeli (ötreli) okunuşu.
zenbsuç, günah, kabahat.
zilletaşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık.

Bu site Burak' ın kişisel sitesidir.
FİYSEBİLİLLAH
(KARŞILIK BEKLEMEDEN, YANLIZ İSMİ ALLAH OLAN İÇİN)
Allah hazmıyla kolaylaştırmış olsun.

iletisim @ bsirri.com